Uzun zamandır olduğu gibi yine
sakin bir sabaha gözlerini açtığı için şükretmişti. Güneşin ışıkları yüzüne vuruyordu
perdesi açık pencereden. Belli ki annesi uyansın diye açmıştı perdesini. Dışarıda
kardeşinin köpeğiyle oynarken ki neşeli seslerini duyuyordu. İçeride, annesinin
kahvaltıya hazırladığı yumurtanın kokusu sarmıştı tüm evi. O kadar müthişti ki
bunlar tekrardan şükretti haline Levent. Şükretti huzurla geçen tüm günlerine.
Bu yaşadıklarının değerini o
kadar iyi biliyordu ki... Çünkü güne iyi başlayamadığı çok zamanlar olmuştu.
Apar topar uyandırıldığı, yarı uyanıkken yolculuğa çıktığı, henüz güneş doğmamışken
sokaklara düştüğü çok günler olmuştu. Küçük bedeni çok yorulmuştu o zamanlarda.
Düşüp kalkmış, hastalanmış ve kendisi de korkmuş, daralmış ve artık bıkmıştı.
En büyük korkusuydu Levent'in o günlere geri dönmek ve yaşadığından bihaber
hayatın yollarında sürüklenmek. Sadece 14 yaşındaydı ve son iki yılı düzen
içindeydi. Ondan öncesinde ailesiyle birlikte kaç şehre merhaba dedi, kaç eve
konuk oldu, kimlerle tanışıp geride hatırlanmayacak anılar bıraktı, bilmiyordu.
Çoktu çünkü, tutamıyordu hafızasında. Zaten değişecekti yine hepsi. Geride
kalacaktı o yüzden gerek yoktu akılda tutmaya.
Annesinin "oğlum artık
kalk hala mı uyuyorsun" sesiyle kalkması bir oldu. Kahvaltıdan önce
kocaman bir öpücük kondurdu annesinin yanağına. Başka bir seviyordu Sümeyye Hanım'ı.
Ona göre dünyanın en güzel kadınıydı annesi. Aynı zamanda en güçlü, en fedakar,
çok duygusal ama duygularıyla hareket etmeyecek kadar mantıklı ve zeki bir kadındı.
Aşıktı annesine ve hayatta isteyeceği son şey onun üzülmesi idi. Babası her
zaman ki gibi hafta sonu demeden sabahtan işe gitmişti. Yine yoktu kahvaltıda
ve belli ki akşam geç gelecekti işten. Ferit Bey hep böyleydi. Levent kendini
bildi bileli akşamları geç gelirdi babası. Hep çalışırdı, hareket halindeydi
hayatı boyunca. Düzenli bir işi de yoktu aslında. Sahiden babası ne işle uğraşıyordu?
Neden bu kadar yoğundu? Hep bunları sorgulamıştı Levent. Babasını çok
seviyordu. Ne kadar geç gelirse gelsin her akşam oğluyla sohbet ederdi. Yoğun
bir hayatı vardı ama hiçbir zaman ailesini de ihmal etmezdi. Levent uyuduğu
zamanlarda bile gece gelir kulağına fısıldardı. "Büyüdün artık sen oğlum
benim. Levent'im. Seninle gurur duyuyorum." Levent'e kendini büyümüş
hissettirirdi babası. Olgun bir insan gibi karşısına alır sohbet ederdi. Konu
ne olursa olsun, düşüncelerini söylemesini ister, fikrini alırdı. Levent de
büyümüş bir insan edasıyla konuşurdu babasıyla. Aslında hep babasını taklit
ederdi. Bilerek ve isteyerek babasının her yaptığını yapmaya çalışır ve bundan
mutluluk duyardı. Koltukta otururken bile bağdaş kurardı babası öyle yapıyor
diye. Ne kadar beceremese de tesbih çevirmeye çalışırdı. Geceleri çay içerken
çay kaşığını tabağın kenarına koyup babasının gözlerinin içine bakardı
"olmuş mu baba bak" dermişcesine. Gözleriyle konuşabiliyordu babasıyla.
Sessiz bir dil geliştirmişlerdi aralarında. Bir de son zamanlarda babasının
"hayda!" lafı dolanmıştı diline.
-Hayda! Oldu mu şimdi Zeynep'im. İki dakika çektim elimi senden bulaştırmışsın
her yerine canım yumurtayı.
-Ne yapayım ağabey, sen yedir o zaman.
Bir de tatlı mı tatlı Zeynep'i
vardı Levent'in küçük dünyasında. En değerlisi, göz bebeği idi abisinin. Zeynep
ile oynamayı, onu kızdırmayı severdi. Zeynep bazen küser tatlı tatlı somurtur
sonra abisinden aldığı koca bir öpücükle af ediverirdi hemen onu. Altı yaşındaydı
minik Zeynep. Henüz okula başlamamış ama okuma yazmayı çözmüştü. Abisi her gece
yatağına gelir Zeynep uyuyana kadar masal okurdu. Zaten tek bir masal kitapları
vardı. Kim bilir aynı masalı kaç defa okumuştu kardeşine. Bazen aklından
uydurduğu masalları anlatırken de minik Zeynep'inin kirpikleriyle oynar öyle
uyuturdu onu. Okumayı öğrendikten sonra masal okuma işini Zeynep üstlendi. Artık
her gece Levent, kardeşinin kucağına yatıyor ve saatlerce heceleyerekten
Zeynep'in masalı okumasını dinliyordu. Minik Zeynep'inin dilinden dökülen her
kelime ayrı güzeldi Levent için. Masallar Zeynep'in anlatımıyla hayat buluyor,
karakterler canlanıyordu. On dört yaşındaki büyük Levent her gece minik
Zeynep'in masallarıyla tatlı uykulara dalıyordu.
Kahvaltı ve sonrasında yapılan
çay faslından sonra yarın ki ödevlerini yapmak için dersinin başına oturdu
Levent. Tabi ki Zeynep de hemen yanı başına. Hemen ödevlerini yapıp akşamüstü
yapılacak olan mahalle maçına yetişmek istiyordu. Hava soğuktu ve arada yağmur
çiseleniyordu. Kış kendini bayağı hissettirmişti son zamanlarda ama bu bile
önceden ayarlanmış maçın oynanmasına engel değildi. En çok bu maçları
seviyordu. Mahallenin tüm çocukları toplanır, izleyici tarafını seçer ve
oyunculara eller kızarana kadar alkış tutulurdu. Üstelik bu sefer yaşça büyük ağabeyler
de maçta oynayacaktı. Her şey güzel olacaktı. Heyecan ve sabırsızlıkla akşamı
bekliyordu ama içinde neden kaynaklandığını bilmediği bir burukluk vardı. Belki
heyecandan kaynaklanıyordu bu ama Levent'i düşündürmeye yetmişti..
İlerleyen saatlerde Sümeyye Hanım
kestaneleri sobanın üzerine koymuştu. Buram buram kestane kokuyordu tüm ev.
Levent birkaç tane de olsa kestanelerden yemeden çıkmak istemiyordu evden.
Bahçede köpekleri Cesur ile oynayan Zeynep'in yanına gitti. Onlarla dolaştı,
oynadı, oyalandı. Aslında Levent gitmek istemiyordu. Günlerdir beklediği,
planlar yaptığı maç birazdan başlayacaktı. Levent'in içinde ise o gün evde
kalması gerektiği hissi vardı. Annesini ve kardeşini yalnız bırakmak
istemiyordu. Nedenini bilmediği bir korku ve şüpheye düşmüştü. İçine doğmuştu
sanki yaşayacakları. Sık sık eve girip çıkıyordu. Arada annesine bakıyor sonra
bahçeye çıkıp kardeşiyle oynuyordu. Birden babası beliriverdi bahçe kapısının
önünde. Levent şaşırmıştı. Saat çok erkendi ve babası ilk defa bu saatte
evdeydi. Ferit Bey çocuklarını bahçede görünce bir an duraksadı. Sakin bir tavır
sergilemeye çalıştı ama her halinden belliydi telaşlı olduğu. Koşmuş gibiydi
sanki, derin nefes alıp veriyordu. Daha sonra sakin bir hal ve hızlı olmaya çalışan
büyük adımlarla Zeynep'e doğru yöneldi. Onu birkaç defa öptükten sonra eve
girerken Levent'in soru sormasına fırsat vermeden elini oğlunun omzuna atıp
"kardeşinle kal, birazdan geliyorum" dedi. Saatlerdir içini kemirip
duran sıkıntının ne olduğunu anlamıştı Levent. Bir sorun vardı ya da bir şeyler
yolunda gitmiyordu. Merakına yenik düşüp babasının ardından o da eve girdi.
Annesiyle babası sessizce oturuyorlardı. İkisi de düşünceye dalmış gibiydi.
Belli ki Levent odaya girene kadar konuşma bitmişti. Annesinin gözleri
dolmuştu. Hüzün vardı yüzünde. Ama şaşkınlık ifadesi yoktu, bekliyordu sanki,
kötü bir şeyler olacağını biliyordu. Babası oturduğu yerden kalktı ve Levent'in
yanına geldi. Odadan çıkmadan önceki son sözleri ise şunlardı: "Hazırlan oğlum,
önemli gördüğün eşyalarını yanına al, gidiyoruz."
Levent, babasına hiçbir şey
diyemedi. Bir süre şaşkın bir şekilde bakakaldı durduğu yerde. Annesine baktığında
ise o çoktan gözyaşlarını silmiş ve kendini toparlamıştı. Annesinin kendisine
sarılmasıyla Levent de toparlandı kendini. Annesi " acele et oğlum, durumu
biliyorsun, gitmemiz gerek" demişti. Levent bu sefer kabul etmiyordu
gitmeyi. Uzun zamandır kurdukları ve her şeyin yolunda gittiği hayatı bırakıp
yine bilmedikleri bir yere gidecek, bilmedikleri insanların arasına karışacaklardı.
İstemiyordu Levent, içten içe isyan ediyordu ama hazırlanmaya başlamıştı farkında
olmadan. En sevdiği kitabını koyuyordu çantaya; kalemlerini, anısı çok olan
küçük lastik topunu... Düşünüyordu da, kafasında bir sürü sorular dönüyorken,
eline geçeni atıyordu çantasına. Bir an da terk edebilecek miydi buraları?
Okulunu, arkadaşlarını bir daha göremeyecek miydi? Vedalaşamayacak mıydı
onlarla? Hiçbiri olmayacaktı. Çünkü babası bir saat içinde geri dönecekti ve
kendi gelene kadar kimsenin evden çıkmamasını söylemişti. Arkadaşlarıyla arasındaki
muhabbete göre yarı yolda bırakmıştı Levent onları. Birbirlerine söz
vermişlerdi arkadaşlarıyla hiç ayrılmayacaklardı. Levent kan kardeşi olmuştu
çünkü Ali ile, Osman ile ve şimdi onları yarı yolda bırakıyordu. Son olarak bir
daha giyemeyeceği okul formasını da -belki anı olsun diye- çantaya koyup hazırlığını
bitirince gözyaşlarını sildi. Hem sessizce ağlamaya devam ediyor hem de göz
yaşlarını siliyordu...
Ferit Bey'in hareketli ve sıkıntılı
hayatı beraberinde ailesini de sürüklüyordu. Birçok düşmanı vardı ve suçsuzluğunu
kanıtlayamadığı davalarda bir numaralı sanıktı. Atılan iftiralarda kendini
aklayamaması ve düşmanlarının sürekli takibi onu böyle bir yaşama hapsetmişti.
Haksızlığa tahammül edemeyen, güçsüz olanın ezilmesine dayanamayan bir insandı.Elinde
olmadan her ihtiyacı olana yardım eder, öyle ki bazen o kişiyle birlikte kendi
başını da derde sokardı. Cesareti ve öz güveni ile her zaman ön planda oluşu
ise ona kurduğu sağlam dostlukların yanında birçok da düşman kazandırmıştı.
Çünkü onun dik duruşu ve haksızlıklara engel olması bazılarının işine
gelmiyordu. O ise doğru bildiğini yapıyordu
ve bunu yaparken de belki en büyük hatası kendini ve ailesini önemsemeyip bu
işi hayatının merkezine yerleştirmesiydi. Ferit Bey oldukça bilinen biriydi.
Birçok kişi onu görmese bile adını duymuştu. Gerek yaptıklarıyla gerekse adının
geçtiği davalar ile hafızalarda yer etmişti. Onun için iyi düşünenler kadar
kötü düşünenlerde vardı. Sonuçta bir kanun kaçağıydı, aranıyordu. Haksız yere
birilerine zarar verdiği söylentileri de vardı. Üstelik suçsuzluğunu kanıtlayamayıp
kaçak gezmesi de bu şüpheleri doğrular nitelikteydi. Levent babasıyla ilgili
bazı şeyleri biliyor, söylentileri duyuyor ama hiçbir zaman konuya tam hakim
olamıyordu. Nedenleri, sonuçları tek seferde birleştiremiyordu kafasında. Babası
öyle iyi bir insandı ki onun suçlu olma ihtimalini düşünmedi hiçbir zaman. İnsanlara
sevgiyle yaklaşan, kötülerin karşısında duran bir adam suçlu olamazdı. Ama
bazen içten içe kızıyordu babasına. Yaşadıkları bu düzensiz hayatın sorumlusu
babasıydı. Belki o bu işlerle bu kadar ilgilenmeseydi sürüklenmeyeceklerdi bir
yerden bir yere. Babasına olan sevgiyi, güveni ve öfkeyi aynı an da yaşıyordu.
Tek varlığı ailesi olan bu küçük adamın babasıyla ilgili duyguları karmaşıktı.
Bildiği tek doğru ise her zaman onun destekçisi olması gerektiği idi.
Birkaç çanta dolusu eşya hazırladıktan
sonra Ferit Bey'i beklemeye başladılar. Odada sessizlik, gözlerde ise endişe ve
korku hakimdi. Kısa bir süre sonra beyaz bir arabayla Ferit Bey kapıdaydı. Yine
telaşlı bir hali vardı. Araba hareket ettiğinde yeniden konuşmaya fırsatları
olmuştu. Gelecekleri için kısa ve hızlı bir plan yapmıştı Ferit Bey. Geceyi bir
arkadaşının evinde geçirecekler, sabah olunca da erkenden Nevşehir'e yola çıkacaklardı.
Ailesini orada güvenli bir yere yerleştirdikten sonra işlerini halletmek için
geri dönecekti. Bu sefer ailesinin yanında olamayacaktı. Ferit Bey'e göre her
zaman bir tehlike vardı ama bu sefer ki daha ciddi bir boyuttaydı. Ailesinin
zarar görmesindense bir süreliğine onlardan uzak durma daha mantıklıydı. En acı
olanı ise dönüşünün ne zaman olacağını kestirememesiydi.
Geceyi geçirecek eve
geldiklerinde Ferit Bey'in samimi bir dostu karşıladı onları. Evin sahibiydi ve
Nevşehir'e gittiklerinde de yine onun evinde kalacaklardı. Eşi de oldukça güler
yüzlüydü. Sümeyye Hanım'ın üzüldüğünü gördükçe onu teselli ediyor, hoş
sohbetiyle yüzünü güldürüyordu. Levent ise tüm akşam sessizliğini korudu. Çok
sevdiği okulundan ve mahallesinden ayrılmış arkadaşlarına veda edememişti.
Arada bir Zeynep yanına gelince konuşuyor daha sonra yine düşüncelere dalıyordu.
Annesi daha çok üzülmesin diye mutsuzluğunu belli etmemeye çalışıyordu ama bu
hali Ferit Bey'in gözünden kaçmadı. Zaten konuşmak istediği şeyler vardı oğluyla.
Yatmaya yakın her akşam olduğu gibi iki çay koyup Levent'i yanına çağırdı.
-Gel bakalım Paşam, biraz konuşalım seninle.
Levent de bunu bekliyordu. Ne kadar üzgün olursa olsun babasıyla
konuşmak onu rahatlatıyordu. Babası:
-Yarın gece birlikte olamayacağız, O yüzden şimdi bol bol dertleşelim.
Öncelikle sen anlat bakalım derdini, içinden geçenleri.
Bu sözler adeta içine oturmuştu Levent'in. Gururu olmasa babasının
boynuna atlayacak, küçük bir çocuk gibi ağlayacaktı.
-Yoruldum baba. Yorulduk. Sen dahil bu ailede ki herkes yoruldu. Tam
"buraya alıştık" diyoruz, yine sonunun nereye varacağını bilmediğimiz
saçma bir yolculuğa çıkıyoruz. Hayatımızda hiçbir düzen yok. Annem, Zeynep ne
kadar üzülüyor görmüyor musun?
Daha fazla devam edemedi. Duygusal bir çocuktu ve babasının yanında ağlamak
istemiyordu. Babası:
-Hayat zor oğlum. Şartlar hayatı daha da zor kılıyor. Sonuçları kötü
olsa bile hiçbir zaman doğru yoldan ayrılmadım. İleri de daha iyi anlayacaksın
her şeyi. Şunu bil ki hiçbir zaman başını öne eğdirecek bir şey yapmadım. Yanında
ben olsam da olmasam da dik dur ve ailemize sahip çık.
Babasının bu sözleri bir ok gibi saplandı Levent'in kalbine. Her kelime
beyninde birkaç defa daha tekrarlandı. Babasıyla her zaman sohbet ederdi ama
ilk defa böyle sözler duyuyordu ondan. Haklıydı uzun bir süre
görüşemeyeceklerdi ama babası veda eder gibi konuşmuştu. Gidiyordu ve giderken
kendisiyle ilgili gerekli açıklamaları yapmış, oğlunun omuzlarına büyük bir
sorumluluk yüklemişti. Levent, kendini bir kez daha büyümüş hissetti...
Uzun sohbet bittikten sonra artık uyuyacaklardı ki kapı çaldı. Kapıda ki
kişi o kadar sert vuruyordu ki kapıya evde ki herkes uyandı. Ferit Bey ve
arkadaşı kapıyı açtıklarında nefes nefese kalmış genç bir adamla karşılaştılar.
Genç, Ferit Bey'e bakıp " abi, acil gelmen lazım." dedi. Kimse ne
olduğunu tam olarak anlayamamıştı. Bu saatte, bu şekilde, hayırlı bir iş çağırılıyor
olamazdı. Sümeyye Hanım çok korkmuş olacak ki gitmesini istemedi. Ferit Bey'in
de içi hiç rahat değildi ama belli ki kötü bir şeyler olmuştu ve gitmesi
gerekti. Kapıdan çıkarken önce eşine, sonra Levent'e ve ve minik Zeynep'ine
baktı. Sadece "döneceğim" diyebildi ve gitti. Zaten ayrılacakları
için herkes üzülüyordu. Üzerine bir de bu eklenince üzüntüye korku da dahil
oldu. Beklemekten başka çareleri yoktu. Bir süre sonra Zeynep "baba"
diye ağlayaraktan uyuya kalmıştı. Pencerenin önündeki Sümeyye Hanım arada
gözyaşlarını siliyor, gözleri yolda Ferit Bey'in dönmesini bekliyordu. Levent
ise üşüyordu. Öyle ki sobanın başına geçmesine rağmen titremekten alamıyordu
kendini. Bu gece uyuyamayacaktı. Yön veremediği düşüncelerinin ürkütücü soğukluğu
ise ısınmasına izin vermiyordu.
Sabah olduğunda Ferit Bey hala
yoktu. Arkadaşı Ferit Bey'den haber alabilmek için günün ilk ışıklarıyla evden
çıkmış ve hala gelmemişti. Sümeyye Hanım artık duygularını saklayamıyor,
üzüntüden ve çaresizlikten evin içinde dolanıyordu. Levent'in ise içi içini
yiyor, arada dışarı çıkıyor ama fazla uzaklaşamayıp eve geri geliyordu.
Beklemek, ilk defa bu kadar zor gelmişti. Öğleye doğru Ferit Bey'in arkadaşı
geldi. Bahçeye kadar gelmiş ama içeri girememişti.
O gün tüm şehir duydu Sümeyye
Hanım'ın feryadını. "Ferit!" Uzun bir haykırışla Ferit diyebilmişti
sadece. İki kelime yıktı dünyasını: "Başımız sağolsun." Gözleri kararmıştı.
Ne haykırışlarının sesini duyuyor ne de gözünden akan yaşları biliyordu.
Senelerdir, olması ihtimalini bile düşünmekten korktuğu felaket başına
gelmişti. Bu acı onu diri tutabilecek mi, yaşamaya devam edebilecek miydi
bilemiyordu. Güçlü zannettiği karakteri ilk defa bu kadar zayıftı.
Attıkları her adımda önlerine
taş koyan, işlerini bozan Ferit Bey'i yok etmek istemişti düşmanları. Bunu daha
önceden de denemiş ama başaramamışlardı. Ferit Bey belli bir güce sahip olmuştu
ve bu güç her geçen gün artan çevresiyle daha da büyüyordu. Onu durdurmalıydılar. Farklı yöntemler deneyerek bunu başaramadılar
ve onlar için en iyi çözüm bu idi. Ferit Bey!in iyi niyetli olma zaafını
kullanmışlardı. Arkadaşlarına zarar vermiş ve yardım için onun gelmesini beklemişlerdi.
Gecenin karanlığında kurdukları hain pusuyla amaçlarını gerçekleştirdiler. Bir
Dev'i yıktılar. Güçlünün karşısında ezilenlerin duasını alan bir Dev'i yıktılar.
Adalet için koşan birçok arkadaşın can dostunu, Sümeyye'nin hayattaki
Nefesi'ni, Zeynep ve Levent'in biricik babaları olan o Dev Adam'ı yıktılar...
Levent günler sonra kendine
gelebildi. Kalabalık, gürültü, ve karmaşanın arasında kaybolmuştu. Olanların
hiçbirine inanamıyor, hepsi birer kötü rüyaymış gibi geliyordu. Babasının son
bakışı ise gözünün önünden hiç gitmiyordu. "Ben olsam da olmasam da"
diyerekten vedasını yapmıştı. Dediği gibi hayat zordu ve artık bunu daha da acımasızca
gösterecekti kendilerine. Levent ise babasının yaptığı gibi ama babası olmadan,
tek başına dik duracaktı bu zorlukların karşısında. Haksızlığı görecek,
adaletsizliğin önünde hiçbir zaman eğilmeyekti. Artık daha çok sorumluluk
sahibiydi. Büyümüştü küçük adam Levent. Babasının her gece kulağına
"Levent'im, seninle gurur duyuyorum" diye fısıldadığı o küçük adam
büyümüştü.
25.12.2015
25.12.2015