19 Haziran 2017 Pazartesi

Bir Yol Ki


Bir yol ki nereye çıktığını bilmeyeyim.. Alıp götürsün beni bilmediğim diyarlara. Hiç bilmediğim yüzlerlerle tanıştırıp, hiç bilmediğim hikayeler dinlettirsin bana. Bilmediğim hayatların içinde bulunma şansı versin elime. Her hayattan biraz ders alıp yoluma devam edeyim diye..
Bir yol ki hiç bitmesin.. Ucu bucağı olmasın, sonsuza gitsin. Her durağında bir 'eyvallah'ını alacağım insanları, kalbimde taşıyayım. Ve her eyvallah da sonsuzluğu, bir kez daha kavrayayım..
Bir yol ki hakkında bildiğim tek şey... Süresi ve yönü belli olmasa da.. Seni bana beni sana getireceği olsun. Bu bilgiye olan inançla attığım her adım, bu yolda sabır, sükut ve şükürle dolsun...

İnsan Acı Çekebilmeli !


İnsan acı çekebilmeli. Hissedebilmeli bazı şeyleri. Duymak, görmek, dokunmak kadar somut olabilmeli hissetmek.. Eğer yaradılışımız gereği vicdan diye bir şey yerleştirilmiş ise kalplerimize; can çekişen bir sokak köpeğini görünce de, içten ağlayan bir çocuğun hıçkırık seslerini duyunca da, ben buyum diyebilmeli, vicdan. Ve bizler o an bir sızıyı, iç titremesini kalbimizin derinliklerinde bir yerde hissedebilmeliyiz. Evladını kaybeden bir annenin feryadını duyunca gözlerimiz dolmuyorsa, kundaktaki bebeğin ya da sokakta oyun oynayacak yaştaki çocuğun enkaz altından kolu bacağı ayrı çıkıyor ve bunun karşısında tüylerimiz diken diken olmuyorsa, vicdanımızın varlığını bir sorgulamamız gerekir. Ve hatta varolmamızdaki, insan adıyla diğer canlılardan ayrılmamızdaki gerçekliği de sorgulamamız gerekiyor. İnsanlığı ne derece yaşıyoruz.. Bana zararı dokunmayan kötülüğe gözlerimi kaparım, kulaklarımı tıkarım, gerçeği yok sayar, hayatıma bakarım düşüncesiyle insanlığımızı ne kadar yaşayabiliriz bilmiyorum..


İstediğimizi yiyip içerken, karın tokluğu yüzünden hareket edemez hale gelirken bir yerlerde birilerinin aç olduğunu hatırlamak.. Soğuk havalarda birilerinin çıplak gezebileceğini, sığınacağı bir çatısının dahi olmadığını düşünmek.. Ve belki de hepsinden önemlisi, korktuğumuz da, üzüldüğümüz de, sevindiğimiz de en'lerimize sarılırken, birilerinin sarılacak kimsesi kalmadığı anda hissettiğini, hissedebilmek.. Bunları yapabilmektir belki vicdan; akla getirmek, hissetmeye çalışmaktır.. Ve insanlık denilen dillerden düşmeyen vazgeçilmezimiz de, vicdanın yönlendirdiği yolda bir şeyler yapabilmektir belki. Hiç birimiz dört dörtlük yaşamıyoruz benliğimizi. Hiçbir acı gerçek için içtenlikle üzülemiyor, kardeşimize yapılıyormuş gibi benimseyemiyoruz. Ya da harekete geçmek için bizi tetikleyecek gücü bulamıyoruz kendimizde.
Öyle ya da böyle hepimiz insanız. Az ya da çok hepimizde var vicdan. Ve hepimizin bir ailesi, sevdikleri var. Vicdanen gelişmek de bizim elimizde, kalbimizi karartıp köreltmek de. Yaşadıklarımızı yaşamaya hakkı olan insanların varlığını unutmayalım. Ve o insanların yaşadıklarını bir gün yaşayabileceğimiz olasılığının olduğunu da...


Gelenekler(!) Güzeldir

Gelenekler(!) güzeldir..
Gecenin bir yarısında sesler geliyor. Davulcu abi vurdukça vuruyor davula. Sanki düğün var :) Uyuyanların o sesle uyanması bir yana, benim gibi uyumayanların da gecenin o saatinde o sesi işitmesi, değişik, güzel bir his veriyor insana. Diğerlerinden daha farklı bir ayda olduğunu hissettiriyor. Sanırım düzenli olarak on iki, belki de on üç yaşımdan beri tutuyorum orucumu. Kaç yıl oldu ama şu yaşıma kadar hiçbir Ramazan'da sahur vakti davul sesiyle uyanmadım. Hep merak ediyor, çoğu kez, keşke burada da olsaydı, dediğimi biliyorum.. Belli başlı kavramlar, aklımıza ya da yaşantımıza yerleşmiş olgular var. Ramazan deyince insanın aklına neler gelirdi ki; sahur vakti, iftar saati, hurma, büyük ve özenli iftar sofraları, bir araya gelen aileler, kalabalıklar ve tabikii davul sesi. İnsan, o saatte davul sesi duymaya özenir mi, özeniyordum işte 😄 Tabii küçüktüm.. Bana hep eskide kalan, farklı, unutulmuş bir gelenek gibi gelirdi. Acaba hâla böyle şeyler yapanlar var mı diye sorardım kendime. Hatta, hiç yapılmış mı, yoksa reklamlarda ya da bilbord ve afişlerde prim yapma amaçlı kullanılan, hiç olmadı Hacivat ve Karagöz'de zaman dolsun diye gösterilen, araya sıkıştırılmış bir araç mıydı? Komik mi olurdu o saatte? Ya da kaçıncı yüzyılda yaşıyoruz canım'cılar için absürt ve gereksiz mi olurdu? Belki. Evet belki çok katlı gökdelenlerin arasındaki geniş caddelerde, bir davulcunun insanları uyandırmaya çalışması saçma olurdu. Ya da gecenin geç saatlerinde, sahur harici uğraşlar için herkesin ayakta olduğu bir kalabalıkta insanların uyandırılması(!), sanırım bu daha da saçma olurdu.. Genç yaşımıza rağmen bizlerin bile arada kullandığı bir söz var(artık kalıplaştı) "Nerede o eski Ramazanlar". Sahi neredeler? En basitinden; bunu söyleyen insanların bile, o eskiyi özleyen insanların; davulları köy, kasaba ya da dar sokaklara, mahallelere göndermesi, belki de eskiyi unutturan onca şeyden sadece biridir.
Bunun için bir gelenekti diyelim. Belki yüz, hatta daha da geriye çekersek bi elli yıla kalmadan tamamen yok olacak bir gelenek. Kaybolan bir kültür! Evet, üzücü olan şu ki, sürekli gelişen dünyada ve yenilikçi bir çağda; değişimi de olağan olan geleneklerin ve kültürün, bu değişiminde ki boyutlarını aşması ve zamanla yok olması. Eski'nin samimiyetini gösteren bu güzelliklerin bir bir aramızdan ayrılması.. Maalesef, gerçekten de üzücü olan tek şey, bu.

Duyduğum sesin bende yarattığı heyecanla yazdığım bir yazı oldu. Galiba 40+ yaşıma da gelsem bu heyecan, bu his benden gitmeyecek, gitmesin de.. Heyecanla ve mutlulukla başlayıp sonu umutsuz ve üzücüye doğru giden yazıma rağmen, dileyeceğim tek şey; bol davul sesli sahurlar ☺️ Sağlıcakla kalın✋

For Nature