13 Eylül 2018 Perşembe

Kadin ve Yazar






    Ben yazar değilim! Günümün çoğunu her şeyden kısarak, yapacağım diğer işlere gerektirdiğinden çok daha az vakit harcayıp zamanımın çoğunu yazmak ile geçirmiyorum. Daha verimli yazılar elde etmek için saatlerimi, günlerimi, yada daha uzun vakitlerimi vermiyorum. Sadece kendim yazmak istediğim zaman, kendimi dinlediğim ve içime doğru yolculuk yaptığım zamanlarda yazıyorum.
    Farkettim ki daha çok yazmak, tüm bu uzun aralıklarda harcadığım küçük zaman dilimlerinin çoğalmasını istiyor ve elimde olmayarak bunu yapamıyorum. Evet, yeri geliyor kendimi, iç sesimi dinleyecek ve bu işe daha çok zaman harcayacak vakti bulamıyorum. İlk başlarda bana özel bir sorun gibi görsem ve bu konuyu kendi zamanı yönetemeyişime bağlasam da sonraları farkediyorum ki pek de bana özel bir durum değil. Günümüzde hele ki toplumsal ve kişisel olarak, akıl ve bedenen çok fazla bölünen ve birçok yere yetişmeye çalışan bir kadınsan bu çok daha zor. Zamanla bu düşüncem daha da gelişiyor ve beni aşıp benim gibi olan ama sorumluluk bakımından benden kat be kat fazlası olan kadınlar canlanıyor gözümün önünde. Yazmak isteyen, kendini ifade etmek için, rahatlamak için, birilerine yazdıklarıyla dokunmak için.. Amaç ne olursa olsun yazmak isteyen ama bunu bir türlü başaramayan kadınlar geliyor gözümün önüne. Yazmak isteyen bir anne geliyor. Çocuğunun peşinden koşmaktan yılmış, çoğu herkes tarafından basite indirgenen ama başlı başına bir meslek grubu olmaya değer ev işlerinden, ev hanımlığından yorulmuş, bırakın yazmayı kendine bakmaya dahi zaman bulamayan bir anne. Çalışan bir kadın geliyor bu sefer. Tüm gün işte yorulmuş erken ayrıldığı bir iş dahi olsa da eve dolu bir kafayla gelmiş, dinlenmesi gerektiği vakitlerde de o kafayla kendi beyni ve bedeni altında ezilen bir kadın geliyor. Şartlar ne olursa olsun, kendi de eşi de çalışsa da eve geldiği zaman bir de eşine ve evine olan vazifelerini(!) yerine getirmesi gerekiyor. Yorulmasının bir önemi yok çünkü o bir kadın ve eve geldiğinde tüm o işleri kendi başına yapabilecek enerjisi kıyılarda köşelerde kalmış olmalı. Hele ki bir de hem çalışan hem anne olanlar var ki bu saydıklarımın çok daha fazlasıyla geliyorlar karşıma. İş stresi, yorgunluğu; çocukların sorumluluğu; ev için yerine getirilmesi gerekilenler bir yana bir de başka başka şeyler çıkıyor ortaya. Sosyallik ve sosyal baskılar, maddi durum yetersizliği; akraba, komşu, iş arkadaşı, eş dost ilişkileri ve bir de her şeye rağmen zaman ayırman gereken bir eş. İnsanın tüm bunlar altında kendine ait hissettiği bir alanı ve zamanı olmuyor maalesef.
    Tüm bunlar gerçekleşiyor ve bu döngü devam edip duruyorken kadın, durmaya vakit bulamıyor. Durmaya; ne yapıyorum, neredeyim, ne zamandayım ve kimlerleyim demeye vakit bulamıyor ki yazsın. Bu sorumluluklar toplumun ve oturmuş kalıplaşmış bir geleneğin başyapıtı. Kadının omuzlarına yüklenmiş ve esas kadın olabilmek için kendinden fedakarlık etmesinin olağan hatta şart olduğunu gösteren bir yük. Kadının vazifesinin ev ve annelikten öteye gidemeyeceğini, gitmemesi gerektiğini savunan ve bunu yüzyıllardır benimseten bir düşünce. Erkeğin ve kadının görevleri bunlar bunlar diye kestirip atan bir kanun. Kendinden ödün vermeyen, verdirtmeye çalışanları yoran, yıpratan ve bu akışın içinde kaybeden bir sistem. Tüm bu saydıklarım arasında da elinde kalem kağıt iki kelime yazmaya çalışan bir kadın var. Her şeye yetişen ama bulduğu ilk dinginlik anında da kaleme sarılan bir kadın. Bu, işte bu yazmamı tetikleyen ilk şeydi. Yazdıkça gelişen, kendini daha çok bulan bu kalemi ileriye taşımak; yanında daha fazla kalem bularak, çoğalarak bu sistemi, düşünceyi, kanunu, yükü değiştirmek hatta yıkmak. Biz her şeyi başarabilen, her şeye yetişebilen güçlü kadınlar bunu yapabilir. Nesillerce aktarılan bu şeyi bizim elimizden geçerken şekillendirip bizden sonrakilere daha farklı aktarabiliriz. Farkındayız ve yapabiliriz. Bu yüzden ki o kalemi hiçbir zaman bırakmayacağız.
     Yazar olmasak da büyük kitlelere ulaşmasak da sadece ve sadece kendimiz için yazacağız ve alışılagelen bu düzeni değiştirmek için yapılan bu yola kendi adımımızı atacağız!
Sevgilerle..



5 Eylül 2018 Çarşamba

Günler Gitgide Kısalıyor



         
"Günler gitgide kısalıyor,
Yağmurlar başlamak üzre.
Kapım ardına kadar açık bekledi seni.
Niye böyle geç kaldın?"

Şu satırlar okudukça dokunuyor bana. Sanki her kelimeyi benimsemiş her harfi özümsemişim. Sanki gerçekten çok beklemiş ardına kadar açmış kapıyı umudu tüketmemişim. Hala geleceğinden eminim özlediklerimin. Geç kaldın diye sitem etmekten başka bir şey de gelmiyor ellerimden. Gelseler sarılacağım, sıkı sıkı sarılıp unutacağım sitemi falan ve kitleyip kapıyı asla bırakmayacağım sanki geleni.. Bir cümle, yalnızca bir cümle nasıl olur da bu kadar güzel anlatır, hissettirir, çaresizliği. Günler gitgide kısalıyor.. Zamana dur diyemezken özlem her geçen gün artıyor sanki. Birikiyor durmadan. Bu bahar da gelmedin bak yağmurlar başlamak üzre.. Yeri geliyor zamanın yanında mekanda da bölünüyorum. Her bir parçam ilmek ilmek oluyor ve dağılıyor. Aklım bir yerde, kalbim bir yerde, bedenim bir yerde. Yeri geliyor onlar bile parçalanıyor. Aynı anda iki üç yerde aklım, bir iki yerde kalbim varken buluyorum kendimi. Bedense yetişebildiğine sarılıyor her kapıya. Bu kadar zor olmamalı diyorum. Hepsini bir yere toplamak, sadece bir yerde bulunmak her şeyinle, aklınla ve kalbinle. Bu kadar zor olmamalı diyorum ama olmuyor. Kapım ardına kadar açık bekliyor hep ama gelenler hep eksik. Geç kaldın diyorum ve buna rağmen gelmeyenler de var. Demek ki sitem yetersiz kalıyor..
.
"Fakat işte, ballı meyveler;
dallarında olgun, diri duruyor.
Koparılmadan düşeceklerdi toprağa,
biraz daha gecikseydin eğer..."

Başka dizeler var bu sefer. 'Geldiğinin göstergesi demek ki' diyorum onlar için. O yüzden onları çok benimsemiyor henüz içselleştirmiyorum. Yabancı geliyorlar bana. Her kelimesini oturtmak için zaman var daha. Geç kaldın'ın devamı, biraz daha geciktiğinin, gecikeceğinin çağrışımcısılar. Eninde sonunda geleceğini müjdeliyorlar bana. Ama çok geç kalacağını da.. Çok yağmurlar yağmış, çok hüzünler çökmüş diyorum açık kapılarda beklediğim eşiklerde. Çok ağaç çiçek açmış da meyveler vermiş çoktan, yerlere düşecek kadar zaman geçmiş, sen gelmemişsin. Mevsimler kovalamış birbirini ben hep aynı umutla beklemişim seni, sen gelmemişsin. Bu satırları okur okur da sevmem o yüzden. Müjdeni alsam da bir burukluk olur içimde. Gelince o kapıya bıraktıklarının kaçı orda olur çünkü. Kalbime mi ulaşırsın, aklıma mı yoksa ikisinden de zayıf, ikisinden de kopmuş bedenime yalnızca. Hangisindeyken kavuşuruz senle bilmem. O yüzden bir burukluk sarar içimi. Ama sen yine de gel. Ne olursa olsun, ne kadar zaman geçerse geçsin yine gel. Meyveler toprağa da düşse bekleriz birlikte başka baharları. Yağmurlar yağar birlikte izleriz seninle. Mevsimleri birlikte kovalarız. Her şeye ama her şeye rağmen yine de gel. Daha fazla gecikme..
Tüm özlediklerime...
.
https://youtu.be/ywSPH3_Vbx8

For Nature